1.2. Şirketler Arasında Ortaklık Türleri
Ülkelerin mevcut coğrafi konumu, komşu ülkelerin ekonomik durumları, sanayileşme, ihraç edilmesini sağlayacak pazarlama fonksiyonuna kadar birçok etken nedeniyle işletmeler potansiyel müşterilerin bulunduğu pazarlara, dolayısıyla bu pazarların bulunduğu ülkelere doğru faaliyetlerini genişleterek uluslararası çapta hizmet etmeye başlamaları ile uluslararası işletme kavramıyla karşılaşılmaktadır. İşletmecilik bakımından gelişmiş ülkelerde bulunan işletmelerin olduğu konuma yükselmek için o işletmelerle, karşılıklı ve çeşitli faaliyetlerde bulunmaktır. Bu faaliyetlerin arasında ithalat-ihracat, dış ülkelere yatırım, pazarlama & satış faaliyetleri, yeni tesis kurulumu vb. sayılabilir.
Şirket birleşmelerinin ardında çeşitli nedenler söz konusudur. Şirketlerin ülke dışında üretime yönelmelerinde ve çokuluslu hale gelmelerinde, kendi ülkelerindeki pazar payının yetersizliği, talebin daralması, rekabetin artması, ürünlerin çabuk bozulabilmesi, kaliteli ürün üretmeleri, yüksek işgücü, taşıma maliyetleri, vergi, hükümet kısıtlamaları gibi mevcut koşullar ve yatırım yapılmak istenen ülkelerdeki ucuz işgücü, yatırım kolaylıkları, geniş pazar payı gibi çeşitli faktörler etkili olmuştur.
Literatürde şirket birleşmelerine iten faktörler çeşitli sebeplere dayandırılmaktadır. Hopkins bu nedenleri 4 temel grupta toplamıştır: 1) Stratejik nedenler, 2) Pazar yapısına ilişkin nedenler, 3) Ekonomik nedenler ve 4) Yöneticilerin kişisel nedenleri.
Pazara giriş nedenleri ülkeden ülkeye değişse de pazara giriş yöntemleri işletmenin amaç ve hedeflerine göre belirlenmektedir. Johanson , yabancı bir pazara girişi 4 temel yöntemle mümkün olduğunu belirtmiştir: İhracat, lisanslama, stratejik ittifak ve tek mülkiyetli bağlı şirket.
Yurtdışı pazarlarında faaliyet göstermenin en tercih edilen yolları Birleşme veya devralmalardır. Sınırötesi birleşme ve satınalmalar bütün birleşme ve satınalımların sadece küçük bir kısmını oluştursa da dünya ekonomilerini birleştirmeye yarayacak doğrudan yabancı sermaye aracı olarak gitgide önem kazanan bir süreç olmaktadır. Aynı zamanda uluslararası şirketlerin büyümesi için de en baş stratejik araç haline gelmektedir. Çalışmamızda yabancı sermayeli ortak girişimli işletmeleri incelediğimiz için yabancı bir pazara giriş yöntemlerinden stratejik ittifak olan Joint Venture konusunu sadece ele alacağız.
1.2.1. Ortaklık Türleri Açısından Joint Venture Girişimi
Bir iş ortaklığı modeli olan Joint Venture, ilk olarak Amerika Birleşik Devletleri’nde geçen yüzyılın ikinci yarısında köprü ve gar inşaatlarında gerçekleşmiştir. Ortak Girişimin genel tanımı, iki veya daha fazla kişinin belirli bir iktisadi gayeye ulaşmak maksadıyla oluşturdukları birliğin adıdır. Joint Venture tanımlamasında ister Hukuki ister literatür tanımlamalarında Sözleşmeye veya Sermayeye bağlı olarak ayrılarak tanımlanmıştır.
“Sermayeye Katılmalı” Joint Venture’ın litertürdeki en geniş tanımı ise şöyledir: “Joint Venture, iki veya daha fazla sayıda birbirinden hukuki ve ekonomik açıdan bağımsız şirketlerin, ortak bir menfaati elde etmek ve riski paylaşmak amacıyla, yeni bir şirket kurmak veya mevcut bir şirkete ortak olmak yoluyla gerçekleştirdikleri bir iş ortaklığı modelidir.”
Teknolojinin gelişmesi ile oluşan maliyet artışları, yeni pazarların doğması, bu pazarlara yüksek rekabet gücüne sahip birçok firmanın birden girmek istemesi, risklerin paylaşılması, en az maliyetle yüksek karların alınması gibi sebepler sonucunda şirketleri ortak girişim (Joint Venture) kurmaya zorlamaktadır. Özellikle yabancı yatırımlar gelişmekte olan ülkelerdeki mevcut vergilerinin yüksekliği, yıllık karlarını yurt dışına transfer edememe, çifte vergilendirme gibi sorunlar karşısında, bu ülkelerde bir yavru şirket kurmak yerine, yerli şirketlerle Joint Venture anlaşmaları yapmaya itmektedir.
Ortak girişim, birbirinden yasal olarak bağımsız olan iki firmanın kendilerinden bağımsız üçüncü bir firma kurmalarıdır. Burada her ortak firmada sermaye payına sahiptir. Ortak girişimler, özellikle yüksek teknoloji gerektiren alanlarda, yan kuruluş açmadan önce bir ara strateji olarak kullanılmaktadır.
“Ortak girişimlerin karakteristik özellikleri, para, mülk, çaba, bilgi, yetenek veya
diğer unsurların, ortak kullanılarak katkı yaratılmak istenmesidir.” İşletmeler farklı kaynak aktarımları ile yeni ürün üretiminde birbirlerinin zayıf yönlerini kapatarak oluşabilecek riskleri azaltma şansını elde edebilmektedir.
Schaan ortak girişimleri, çokuluslu bir şirketin ve yerel bir ortağın yer aldığı örgütsel bir düzenleme olarak tanımlamıştır. Her ortak, özkaynağın bir bölümüne sahiptir ve ortak girişimler ile ilgili daha önceki araştırmalara uygun olarak, hiçbir ana ortaklığın özkaynağın %90’ından fazlasını elinde tutmadığını belirtmiştir.
1.1.1.1. Yabancı Sermayeli Ortak Girişimin Özellikleri
Küreselleşme ile birlikte Ortak girişimler, son yıllarda sıkça rastlanılan işletmeler olmaktadır. Önem kazanan bu birliktelikler Türkiye’de de artış gösterirken yaşanan bu artış ile birlikte Yabancı sermayeli ortak girişimli firmaların özelliklerini tanımlamak satınalma, birleşme, konsorsiyum gibi varlıklardan farkları, ayırt edici özellikleri bilinmesi sağlanacak ve oluşabilecek karışıklıklar önlenmiş olacaktır. Yapılan birçok araştırmada Yabancı Sermayeli Ortak Girişimlerin özellikleri hakkında farklı tanımlamalar yapılmıştır.
Glaister ve Buckley farklı sektörlerde ve farklı türlerde oluşturulan ortak girişimler, en az bir ortak merkezini, girişimin bulunduğu ülkenin dışında ise veya bir girişim birden fazla ülkede önemli bir çalışma seviyesine sahipse, bu Ortak uluslararası kabul edilebilir. Newburry ve Zeira da uluslararası ortak girişimi (UOG), en az birinin merkezinin ortak girişimin çalışma ülkesinin dışında bulunduğu iki veya daha fazla ana firmanın kısmen varlığını temsil eden ayrı bir hukuki organizasyonel varlık olarak tanımlamıştır. Bu varlık, her birinin ekonomik açıdan ve yasal olarak diğerinden bağımsız olduğu ana şirketlerin müşterek kontrolü altındadır. Bu yeni girişimin faaliyetleri, temel yatırım, üretim, pazarlama ve yönetim politikalarının belirlenmesi ekonomik ve yasal olarak birbirlerinden bağımsız olan ana şirketlerin ortak kontrolündedir.
Şirketler teknoloji, patent, makine teçhizat gibi fiziksel varlıklar ve/veya pazar bilgisi, dağıtım kanalları, işgücü, finans gibi kaynaklarla ortaklığa katılım sağlayabilirler. Böylece şirketler yetersiz olan kaynaklarını, başka bir ülkenin işletmesi aracılığı ile ulaşarak yeni bir ürün geliştirerek proje riskini paylaşmaktadır.
Burada gerçekleştirilen birleşmelerde, sermaye koyan ana şirketlerden her birinin sermayedeki payları %90’dan az, %10’dan fazla olarak tanımlanır. %90 ve daha fazla sermaye payına sahip olan şirketler tam mülkiyete sahip yan kuruluş olarak kabul edilmektedir. Yabancı Sermayeli ortak girişimler, Ramu tarafından şu şekilde sınıflandırılmıştır.
%95 – %100 Yan Kuruluş
%11 – %94 Uluslararası Ortak Girişim
%51 – %94 Çoğunluk Payına Sahip Uluslararası Ortak Girişim
%50 – %50 Eşit Paylı Ortak Girişim
%11 – %49 Azınlık Paylı Uluslararası Ortak Girişim
Uluslararası ortak girişimler, taraflardan birinin yabancı diğerinin yerel olduğu girişimlerdir. Burada gerçekleştirilen ortak girişimlerden biri çokuluslu şirketlerle yerel şirketler arasında gerçekleştirilirken; diğeri ortak girişimlerde ise gelişmiş iki ya da daha fazla ülkelerdeki şirketler arasında yapılan girişimlerdir.
1.1.1.2. Ortak Girişim İşbirliklerinin Nedenleri
Satıroğlu ve Yavan Uluslararası İşbirliklerinin oluşumunda dış ve iç dinamiklerin önemli olduğuna vurgu yapmaktadır. Teknolojinin gelişmesi ile oluşan maliyet artışları, yeni pazarların doğması, bu pazarlara yüksek rekabet gücüne sahip birçok firmanın birden girmek istemesi, risklerin paylaşılması, en az maliyetle yüksek karların alınması gibi sebepler sonucunda şirketleri birleşme, satınalma veya ortak girişim (Joint Venture) kurmaya zorlamaktadır. Özellikle yabancı yatırımlar gelişmekte olan ülkelerdeki mevcut vergilerinin yüksekliği, yıllık karlarını yurt dışına transfer edememe, çifte vergilendirme gibi sorunlar karşısında, bu ülkelerde bir yavru şirket kurmak yerine, yerli şirketlerle Joint Venture anlaşmaları yapmaya itmektedir.
1.1.1.3. Uluslararası Ortak Girişim Stratejisi Kullanılarak Türkiye’de Yatırım Gerçekleştirmek
Uluslararası işletmecilik kavramı teknolojinin de gelişmesi ile birlikte yeni iş alanlarının oluşmasına böylelikle de değişime, değişikliğe uğramaktadır. Yeni şekiller alan Uluslararası İşletmecilik dinamik bir yapıya sahip olduğundan pazarda daha etkili olmak için yeni metodların kullanımı da önem kazanmaktadır.
Yeni metodlar daha çok uluslararası fırsatları yakalamaya yönelik olmalıdır. Çok uluslu şirketler için, ortak girişimin en cazip tarafı maliyet düşürücü olması, stratejik risklerin paylaşılması, teknoloji ve bilgilerin yabancı bir şirketle paylaşılması günümüzde avantaj yaratırken aynı zamanda şirketlerin küresel çapta uzun süreli ayakta kalmalarını da sağlamaktadır.
Türkiye’de 1950’li yıllarda ekonomi gündemini oluşturan konuların başında enflasyon, işsizlik ve ödemeler dengesi sorunlarına yönelik çözümü için çaba göstermeye öncelik verilmeye başlanmışken yabancı sermaye yatırımlarına olan ilgi de bu yıllarda artmaya başlamıştır. Yabancı sermaye yatırımlarına bilinçli olarak başlayan ilgi ile 01.08.1951 tarih ve 5821 sayılı YSTK’nın kabul edilmesi ardından, ilk olarak 1980 ve sonrasındaki yabancı yatırımları teşvik amacıyla mevzuat ve idari açılardan etkin önlemler alınmış ve neticede 1980’li yıllar ve izleyen dönemlerde yabancı sermaye yatırımlarında önemli bir artış kaydedilmiştir
Günümüzde DPT’nin de yaptığı araştırmalar sonucunda, Türkiye’de en fazla yatırım yapan ülkelerin, en çok dış ticaret ilişkisi içerisinde olunan AB ülkeleri olduğu görülmüştür. Yatırım gerçekleştiren işletmelerin çoğunluğu imalat sanayi ve hizmet sektöründe yoğunlaştığı gözlenmekte olup, imalat sanayi içinde taşıt araçları, kimya, çimento ve gıda sanayi, hizmet sektöründe ise otel, pansiyon, kamping gibi alt sektörlerde yabancı sermaye yatırımlarının ağırlıklı olduğu görülmektedir.
1.3. Ortak Girişimlerde Teknoloji Transferi
Dünya Ar-Ge’sinin büyük bir kısmını yürüten Sanayileşmiş ülkelerin oluşturdukları teknolojiyi dünyanın bir ucundan başka bir ucuna özellikle Gelişmekte Olan Ülkelere doğru çeşitli kanallarla yaymaktadırlar. Bu kanallardan en önemlileri Çok Uluslu Şirketler iken artık bilgi paylaşımının önem kazanması ile Ortak Girişimli Birleşmeler ile sağlanmaktadır. Bu bölümümüzde önce teknoloji ve teknoloji transferi kavramlarını açıklayarak Yabancı Sermayeli Ortak Girişimli Şirketlerde gerçekleştirilen teknoloji transfer süreci ve yöntemleri açıklanacaktır.
1.3.1. Teknoloji ve Teknoloji Transferi
“Teknoloji” kelimesi “bilimsel uygulamalar hakkında bilgi” ya da “yeni ürünlerin veya işlemin yapılmasına izin veren bilgi veya tecrübenin stoğu” olarak tanımlanmaktadır.
Dosi’ye göre; teknoloji doğrudan pratik (somut problemler, cihazlar) ve teorik, know-how, yöntemler, prosedürler, başarı ve başarısızlık deneyimi olan bir “bilgi kümesi”, fiziksel aygıt ve teçhizat ” olarak tanımlamaktadır.
Teknolojik değişimi, “ürün yeniliği” ile “süreç yeniliği” arasında ayrım yapılarak tanımlanabilir; ancak bu ayrım her zaman açık değildir. Bazen teknolojik değişim, faktörlerin sürece dönüştürülmesi olarak ortaya çıkmaktadır (yeni üretim süreci). “Süreç yeniliği” olarak adlandırılan; ve bazen aynı zamanda “ürün yeniliği” olarak adlandırılan tamamen yeni ürünler üretmek olarak da görülebilir.
Teknoloji transferi, başka bir organizasyonda geliştirilen, yeniliklerin benimsenmesi, teknoloji, teknik veya bilginin uygulanması olarak karakterize edilmiştir. Basit bir şekilde, teknolojinin yeni bir kullanıma veya kullanıcıya uygulanması olarak belirtilmektedir. Aynı zamanda piyasaya taşınan yeni bir ürünün üretimi ve mevcut ürünlerin daha verimli üretimi olarak görülmektedir.
Teknoloji biçimleri takımlama, ekipman ve mavi baskılar gibi fiziksel öğelerin yanı sıra bilgi yöntemleri ve prosedürlerini de benimsemektedir.
1.3.2. Teknoloji Transfer Süreci
Teknolojik gelişme, mevcut üretim yöntemleri ve ürünler üzerinde, yeni yöntemler, ürünler ve şekiller, yeni kullanım olanakları, yeni örgüt, yönetim ve pazarlama teknikleri getirme yoluyla, teknolojinin ileri gitmesi olarak tanımlanırken; günümüzde rekabet olgusu da bu tanım içine dahil edebilmektedir. Rekabet unsurunun teknoloji gelişimine dahil edilmesi ile, işletmeler pazardaki yerini korumak ve gelecekte de hizmet verebilmek için kaliteden ödün vermeden ürün ve hizmetlerini uygun fiyatlarda sunma gerekliliği oluşmuştur.
Bu doğrultuda ülkelerin teknolojik olarak gelişmişliği, işletmelerin Ar-Ge, patent, laboratuvar olarak yaptıkları yatırımlar ile belirlenmektedir. Fakat stratejik nedenler, Pazar yapısına ilişkin nedenler, Ekonomik nedenler veya Yöneticilerin kişisel nedenleri sebebiyle işletmeler pazardaki durumunu korumak için üretim sahalarını başka coğrafyalara taşımak zorunda kalmaktadırlar. Bu süreçte ‘Know-How’un önem kazandığı bu süreçte sadece teknolojinin yeterli olmadığı günümüzde işletmeler üretim sahalarını taşıdıkları coğrafyada mevcut riski paylaşmak, o ülkenin kültürüne uygun üretim faaliyetlerini sürdürebilmek için Doğrudan Yabancı Yatırım yerine Yerli bir firma ile Ortak Girişim stratejisini tercih etmektedirler.
Burada başka ülkelere, şirketlere gerçekleştirilen teknoloji transfer süreci 5 aşamalı olarak gerçekleştirilmektedir.
– Dünyada teknolojik gelişmenin araştırılması
– İhtiyaç duyulan teknolojinin mevcut ülkeden elde edilmesi ve adaptasyonunun sağlanması
– İthal edilen teknolojinin firma bünyesine entegre edilmesi
– Zamanla mevcut teknolojinin yeniden düzenlenmesi
– Mevcut teknolojinin inovasyonu ve pazarda yayılmasının sağlanması
Burada oluşturulan Yabancı Sermayeli Ortak Girişimli işletmelerde teknoloji transfer süreci yukarda açıklanan adımlar izlenerek firmanın üretim yapısına, ülkenin ekonomik gücüne, hitap edilecek müşteri kitlesine göre çeşitlenmektedir. Burada önemli olan teknoloji transfer sürecinin gerçekleştirilmeden önce detaylıca araştırılması, ortaklık kurulacak firmanın mevcut durumu ve tüm detayların iyice araştırılıp görüşülmesidir. Böylece oluşturulacak ortak girişimlerde sürdürülebilir bir ortaklık sağlanabileceği gibi gelecekte inovasyon çalışmalarında da istenen başarı elde edilecek ve pazardaki konumu güçlenecektir.
1.3.3. Teknoloji Transfer Yöntemleri
Teknoloji transferi gerçekleştirilecek ülkenin koşullarına göre gerçekleştirmektedir. Literatürde teknoloji transfer yöntemlerini bazı yazarlar gruplandırırken bazıları adım adım olarak açıklamıştır.
Gürak teknoloji transfer yöntemlerini üç grupta sınıflandırarak açıklamıştır:
1) Bilgilendirici Bilginin Transferi: Burada gerçekleştirilen transfer mesleki veya teknik yayınların konferanslar, eğitim programları gibi kanallarla katılımcılara, firmalara aktarılmasıdır. Burada ürün veya hizmetin ne olduğu, nasıl ve nerede kullanıldığına dair açıklayıcı bir bilgi kullanıcılara aktarılmaktadır.
2) Ürünlerin Transferi: Teknolojinin doğrudan transferi olarak tanımlanan bu yöntem, özel teknoloji özellikleri içeren bir mal, nihai ya da yarı nihai bir mal olarak diğer bir ülkeye transfer edilmesiyle ortaya çıkmaktadır. Transfer edilen teknoloji gizlenmiş şekilde özel bir teknolojinin içsel özelliklerinin şekillendirdiği bir maldır.
3) Üretim Metodunun Transferi: Bir ürünün üretimi, bir sürecin uygulanması ya da bir hizmetin yapılması olarak gerçekleşmektedir. Burada en sık görülen Ortak Girişimler yanında Çok Uluslu Şirketlerin şube açması, patent/lisans anlaşmaları, anahtar teslim anlaşmaları ve kar paylaşım anlaşmaları da görülen yöntemlerden bir kaçıdır.
Robinson, Austin ve Chen araştırmalarında teknoloji transferi doğrudan ve dolaylı transfer olarak iki gruba ayırarak tanımlamışlardır.
Doğrudan Teknoloji Transfer kanalları; Doğrudan yabancı sermaye yatırımı, teknoloji transfer sözleşmeleri, lisans anlaşmaları, stratejik ittifaklar ve ortak girişimler, finansal kiralama (leasing), Ar-Ge faaliyetleri olarak belirtilmiştir.
Dolaylı Teknoloji Transfer kanalları olarak ise; teknik dergi, kitaplar, dergi, broşür gibi yayınları ve konferansları kapsayan Kamu bilgisi ve resmi ve resmi olmayan eğitim programları ve kısa dönemli kursları kapsamaktadır.
Bilgiye verilen önemin artması sonucunda birçok uluslararası firma ister teknoloji transferi sürecinde ister bilgi transferi sürecinde başka bir ülkedeki yerli bir firma ile ortak girişim yöntemini tercih etmektedir. Bu tür iş birliklerinde bir öğrenme amacı ve dış teknik bilginin elde edilmesi söz konusudur.
1.4. Bilgi ve Bilgi Türleri
Bilgi, kuruluşlar için temel bir yapı taşıdır, çünkü bilgi temel yetkinliklerin geliştirilmesini sağlar ve firmaların zorlukları aşmasına, karmaşıklığı yönetmesine ve rekabet gücünü korumasına olanak tanır. Bu nedenle, birçok araştırma, bilgi ve bilgi yönetimi konusuna odaklanmıştır. Burada dikkat çeken ayrım, bilginin açık ya da örtülü biçimler halinde olmasıdır. Kim vd. (2003) bilgiyi ‘Deneyimsel Bilgi’ ve ‘Analitik bilgi’ olarak ikiye ayırarak tanımlamışlardır. Deneyimsel bilgi, görev ve işleri yerine getirirken bireylerin veya kuruluşların deneyimlerinin birikiminden yaratılmış olan bilgidir. Gerçek veya bilgi birikimi bu kategoriye aittir. Analitik bilgi, bilginin analizi ile yada işlemler veya işlemlerde edinilen verilerle oluşturulmuş bilgidir. Bir şablon veya model bu kategoriye aittir.
Bilgi kavramı üzerine araştırmacılar tarafından araştırılan diğer hususlar, öğrenme süreci (Szulanski, 1996) , bilginin oluşturulması (Nonaka ve Takeuchi, 1995) ve bilginin aktarılması olmuştur (Zander ve Kogut, 1995) . Bu çalışmamızda bilgi transferi faaliyetlerine odaklanarak kavramsal çerçeve açıklanacaktır.
1.4.1. Kaynağına Göre Bilgi Türleri: Kapalı ve Açık Bilgi
Bilgi açık veya örtülü olabilir. Açık bilgi, evrensel olarak kabul edilmiş ve objektif kriterlere dayanmaktadır. Kamusal mal karakterine sahiptir. Açık bilgi kolayca kodlanabilir ve aktarılabilir. Kapalı bilgi, kodlanmış bilgidir ve firmanın sisteminde bulunur. Kapalı bilgi önemlidir, ancak bir firmadan diğerine aktarılması ve yorumlanması zordur.
Polanyi, kapalı bilgiyi sözsüzleştirilemeyen, sezgisel ve açıklanmamış bilgi olarak tanımlamaktadır. Kapalı bilgi, işbirlikçi deneyim yoluyla öğrenilir ve ifade etmek, biçimlendirmek ve iletişim kurmak zordur. Spender, kapalı bilginin henüz pratiğe dönüştürülmemiş bilgi olarak ifade edilmesinin daha anlaşılır olduğunu belirtmiştir. Nonaka ise kapalı bilgiyi, alışkanlığa dönüşen ve oldukça içeriğe özgü ve kişisel bir kaliteye sahip olan bilgi olarak tanımlamıştır.
Polanyi, açık bilgiyi resmi dillerde, matematik denklemlerinde veya sembollerde iletilebilen bilgi olarak tanımlamaktadır. Açık bilgi, kurallar ve usuller gibi resmi, sistematik yöntemlerle kodlanır ve aktarılabilir. Bireysel açık bilgi, kolaylıkla öğretilebilir veya yazılabilir bilgi ve becerilerden oluşurken, toplu açık bilgi standart çalışma usulleri, dokümantasyon, bilgi sistemi ve kurallardan oluşmaktadır.
Bilgi transferi uygulanırken gerçekleştirilen uygulama, organizasyonun rutin bilgi kullanımını ifade eder ve kısmen bireysel becerilere ve kısmen işbirliğine dayalı sosyal düzenlemelere gömülü bir örtülü bileşene sahiptir.
1.5. Kapalı Bilgi Olarak Yetenek ve Yetenek Transferi
Bilgi, belirli bir zaman ve mekâna bağlı ve konuya özgü bir olgu iken yetenek ise, bir işi gerçekleştirmeye ilişkin kabiliyet, bakış açısı, sorun çözme yöntem, tutum, davranış ve bilişsel şema olarak tanımlanmaktadır. Kapalı Bilginin bu doğrultuda yetenek olarak ele alındığı görülmektedir.
Alanın öncülerinden Polanyi, kapalı bilgiyi gözden geçirilemez ve bireyin eylemleri yoluyla tasarlanmış bilgi olarak görmektedir. Dolayısıyla, kapalı bilgi, yetenek kavramıyla yakından ilişkilidir. Çeşitli bağlamlarda pratik deneyim ve gözlem yoluyla elde edildiği için sıklıkla deneyimsel bilgi olarak da adlandırılmaktadır. Soyutlanmış bilgi soyuttur ve kodlanması zordur ve genellikle sadece bir öğretmenin aktif katılımıyla iletilebilir.
Sternberg vd., kapalı bilgiyi pratik zeka veya pratik deneyim ile elde etme ve kullanmanın mümkün olduğunu ileri sürmüşlerdir. Kavramsallaştırmada, kapalı bilgi “kişilerin kişisel olarak değer verdiği hedeflere ulaşmasını sağlayan diğerlerinden doğrudan yardım almadan edinilen eylem odaklı bilgi” olarak ifade edilmektedir.
Reber, kapalı bilgi ‘bilinçli öğrenme girişimlerinden bağımsız olarak bilgi edinilmesi ve öğrendiklerini açık bir şekilde bilmemesi’ olarak tanımlamıştır.
Wagner, kapalı bilgiyi, genel olarak açıkça ifade edilmemiş veya belirtilmemiş pratik bilgi olarak tanımlamıştır. Kapalı bilgiyi üç temel alana ayırmıştır: Kendini yönetmek, görevleri yönetmek ve insanları yönetmek. Kendini yönetmek, kendini motive etme ve kendi örgütsel becerilerini içerir; Görevleri yönetmek, belirli görevlerin nasıl iyi yerine getirileceğini ifade ederken; insanları yönetmek, kişinin astlarını ve kişilerin akranlarıyla etkileşimini yönetmek hakkındaki bilgiyi ifade etmektedir. Wagner, bu genel faktörün, kapalı bilgi edinme konusunda genel bir yeteneği yakalayabileceğini önermiştir.