KÜLTÜR VE YEREL MİMARİ

Danışman

Prof. Dr. Bilal SAMBUR

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ankara-2017

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ÖZET

Yerel Mimari; toplu olarak yaşayan yerleşik insan gruplarının, inançlarına, değer yargılarına, dünya görüşlerine aile ve akrabalık bağlarına, komşuluk ilişkilerine bağlı olarak geliştirdikleri yapıların görsel özellikleri olarak tanımlanabilir. Süreç içinde kazanılan yerel mimarilerin detaylı olarak analiz edilmesi sonucu, o toplumun kültürel kodlarını taşıdıkları görülür. Bu anlamda yerel mimarinin, toplumun kültür yapısından bağımsız olarak analiz edilmesi, yerel mimariyi oluşturan etmenlerin sağlıklı olarak değerlendirilmesini imkânsız kılmaktadır.

Yerel mimariyi, sadece toplumun estetik kazanımlarıyla açıklamaya çalışmak hiç şüphesiz oldukça yetersiz bir yaklaşım olacaktır. Güvenlik, sağlık, mahremiyet, sosyal statü, aile yapısı (pederşahi aile, çekirdek aile vb.), beslenme alışkanlıkları gibi bir çok değişkenin yerel mimarinin oluşumunda yadsınamaz etkisi mevcuttur.

Bu nedenle, bu araştırmamızda kültür ve yerel mimari arasındaki ilişki incelenecek ve toplumlara ait yerel mimariler üzerinde kültürlerin etkisi üzerinde durulacaktır.

 

 

Anahtar Kelimeler : Kültür, yerel mimari, yerleşim.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

1. GİRİŞ

İnsanoğlu göçebelikten yerleşik hayata geçince barınmasını sağlayan sürekli mekanlara ihtiyaç duymuştur. Doğa insanla bir bütündür. İnsanoğlu ilkçağda olduğu gibi günümüzde de barınmak, yaşamını sürdürebilmek için kendisine bir mekan oluşturmuş, gelecekte de oluşturacaktır. Mekan kültürel yapının anlatımına kaynaklık eden en önemli objedir. Yaşanan çağa ve coğrafyaya bağlı olarak bu mekanlar bazen mağara olarak tanımladığımız kaya oyuklar, kimi zaman yerden on metrelerce yükseklikteki ağaçların üstü, bazen Harran evleri olarak isimlendirdiğimiz yapılar, kimi zaman İnka’lara ait ikizkenar yamuk biçimindeki kapı, pencere ve duvar nişlerine sahip yapılar şeklinde kendini göstermiştir. Bu yapıların hepsinde hiç şüphesiz ki güvenlik, iklim şartlarına uyum, doğal felaketlere karşı dayanıklılık gibi özellikler öncelense de, yapıların şekli, iç dizaynı, büyüklüğü, oda yada bölüm sayısı, konumlandığı alan gibi özellikler o toplumun sahip olduğu kültürel mirastan ciddi şekilde etkilenmektedir.Bu nedenle, bir yapınınoluşum aşamasında çevresel ve sosyo-ekonomik etkenler dışında, kültür yapı ile bina formu arasında ciddi bir etkileşim vardır.

 

İnka ikizkenar yamuk kapı formu Mayalara ait evler Harran evleri

 

Elbeğendi Süryani evleri Karadeniz ahşap evleri Mağara evleri

 

2. KÜLTÜR VE MEDENİYET

 

Medeniyet en dar anlamda, bir ülke veya toplumun, maddi ve manevi varlıklarının, düşünce, sanat, bilim, teknoloji ürünlerinin tamamını ifade eder. Her medeniyet kendi içinde çok farklı kültürleri barındırabilir. Batı Medeniyeti dediğimizde, tüm batının aynı kültüre sahip olduğunu iddia edemeyiz. Çünkü batı medeniyetine bağlı milletlerden her biri ayrı bir kültür topluluğudur. Pozitif ilim sahasında benzer anlayış içinde olmalarına, teknik’i ortaya koyma ve kullanmada birbirlerine yakın yollar takip etmelerine rağmen, bu milletler başka diller konuşurlar, âdetleri, gelenekleri, görenekleri, ahlâk anlayışları, edebiyatı, masalları, destanları, güzel sanatları, folkloru ve hatta giyinişleri bir değildir. Bu ayrı inanış, eğilim, düşünce, kullanış ve davranış tarzları her milletin kültür unsurlarını teşkil eder.

 

Türk Dil Kurumu “Kültür” kavramını;“tarihsel ve toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan her türlü değerlerle bunları kullanmada, sonraki kuşaklara iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların tümü” olarak tanımlamaktadır.Kültür, bir milletin maddi ve manevi değerlerinin bütününe denir. Burada “maddi değerlerden” kasıt, bir milletin yeme, içme, yaşama, geçimini sağlama gibi etkinliklerini kapsamaktadır. “manevi değerler” ise, milletin duygu, düşünce, ahlak, gelenek ve göreneklerini içeren özellikleridir. Bu açıdan bakıldığında, her bir medeniyet havzasında, farklı bir çok kültürün barınabildiği ve her bir kültüründe kendi mimarisini oluşturduğundan söz edebiliriz.

 

Bütün kadim medeniyetlere ait kültür havzalarında inşa edilen şehir ve yapılarda, o kültüre ait farklı farklı yerleşim ve yapı formlarını görmek mümkündür. Sümerler, Mayalar, Mezopotamya, Roma, Mısır, Çin gibi kadim uygarlıkların yerleşim alanı ve mekanların farklılığı dakültürlerin yerel mimari üzerindeki etkisinden kaynaklanmaktadır. Ronald Wright’ın ifadesiyle, “Medeniyetler yapıları itibariyle farklılık gösterebilirler, ama genelde kasabaları, şehirleri, hükümetleri, toplumsal sınıfları, uzmanlaşmış meslekleri vardır. Bütün medeniyetler kültürdür ya da kültür topluluklarıdır, ama bütün kültürler medeniyet değildir.” (Wright, 2012). Bu perspektiften bakıldığında, medeniyetlerin inşa ettiği kasabalar, şehirler ve yapıların tamamı, o medeniyetlerin kültür kodlarını taşımaktadırlar.

 

 

 

 

3- KÜLTÜRÜN YEREL MİMARİ ÜZERİNDEKİ ETKİSİ

 

Ünlü sosyolog İbni Haldun, devletlerin kuruluşunun şehir ve kasabaların kuruluşundan önce olduğunu, şehir ve kasabaların ancak devletin ikinci aşamasında kurulmuş olduğunu belirtir.“Yapı, ev, şehir ve kasaba gibi sığınak yerleri geçim genişliğinin, rahat ve medeniyetin icap ve taleplerindendir; biz bunu yukarıda anlattık. İnsanlar ancak göçebelik ve onun icapları devresini geçirdikten sonra yerleşik (mukim) bir hayat yaşamaya ve ancak bundan sonra şehir ve kasaba kurmaya, kaleler yapmaya başlarlar. Üstelik şehir ve kasabalar özel kurallar olmayıp, umumun iş ve menfaati için bina edilmekte olduğundan, şehirlerde büyük heykeller, büyük yapılar ve büyük binalar vücuda getirilir.”(Haldun, 1991). İbni Haldun yapı sanatından bahsederken de, yapılar yapmak hususunda, insanların fikir ve düşüncelerinin türlü türlü olduğu, göçebelerin ise bu gibi evler yapmayı düşünecek kadar fikirlerinin gelişmediğini; ayrıca, her şehir ahalisinin bu yapıları örf, adet, havalarının mizaç ve tabiatına, yoksulluk ve zenginliklerine göre kuracağını belirtir (Haldun, 1991).

 

Kültür ve yerel mimari ilişkisini ve bu ilişkinin zenginliğini bir ülkenin farklı kentlerinde bile görmek mümkündür. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Beş Şehir” adlı kitabı bu konuda bize detaylı bilgi vermektedir. Ankara, Erzurum, Konya, Bursa ve İstanbul’un anlatıldığı kitapta, her bir kentin yapılarının ve tarihi eserlerinin, o kentin sahip olduğu tarihi zenginlikle, ev sahipliği yaptıkları medeniyetlerle, halkın dini inançlarıyla ne kadar bağlantılı olduğunu, kendine has zengin üslubuyla mükemmel şekilde anlatmaktadır.Tanpınar söz konusu kitabında, Cumhuriyetin kuruluşundan sonra cumhuriyet mimarisine dikkat çekerken “ Türk mimarisi de kendine bir üslup yaratmağa çalışıyordu. Türk Ocağı binası, Etnoğrafya Müzesi olan bina, Gazi Terbiye Enstitüsü, İstanbul’da Yeni Postahane ve Dördüncü Vakıf hanı ile başlayan tecrübenin devamı idiler.Sonradan Güzel Sanatlar Akademisinde arkadaşlık ettiğimiz Prof. Egli Cebeci’deki Musiki Muallim mektebi ile çoğu dıştan taklid eden bu tecrübeleri ilk defa modern malzemenin imkanlarıyla birleştirmeğe muvaffak olmuştu.” ifadesiyle, milli mücadeleye ev sahipliği yapmış İstanbul ve Ankara gibi kentlerimizde, cumhuriyet mimarisine dikkat çekmektedir (Tanpınar, 1989).

 

 

 

4- CUMHURİYET’İN MODERN MİMARİSİ

 

Cumhuriyet mimarisi dendiğinde hiç şüphesiz ki ilk aklımıza gelen Ankara olmaktadır. Ankara, 1923\’te Cumhuriyet\’in kurulması ile beraber ülkenin başkenti olmuş ve modern bir toplum kimliğinin kazandırılması için uygun olarak tasarlanmış mekanlarla örnek bir kent oluşturulmuştur. Genç Cumhuriyet’e başkent olurken yaklaşık 20 bin nüfuslu küçük bir kent olan Ankara’da kısa bir zaman sonra cumhuriyeti simgeleyen yapılar peş peşe yükselmekteydi. Yakup Kadri\’nin deyişiyle \”baş döndürücü bir hızla gelişiyor; Taşhan önünden Samanpazarı\’na, Samanpazarı\’ndan Cebeci\’ye, Cebeci\’den Yenişehir\’e, Yenişehir\’den Kavaklıdere\’ye doğru uzanan alanlar üzerinde apartmanlar, evler, resmi binalar kısa süreler içinde art arda yükseliyordu\”. Düzenli bir kent oluşturulabilmesi için çıkarılan yasalarla kent imar planı oluşturulmuş ve imar uygulamalarının yapılabilmesi için de Ulus ve Çankaya arasında yaklaşık 400 hektarlık bir alan kamulaştırılmıştır. Bu kamulaştırma ile eski-yeni Ankara bağlantısının kurulması amaçlanmış ve 1925 yılında Ulus\’tan Kızılay\’a uzanan Atatürk Bulvarı\’nın güzergahıçizilmiştir. Bu çalışmalar sonucu Yenişehir\’deki su, kanalizasyon ve elektrik gibi altyapının başlangıcı ile, bugün Kızılay\’a biçim veren Kızılay Meydanı, Sıhhiye Meydanı, Zafer, Millet, Ulus, Lozan, Tandoğan gibi meydan ve akslar tasarlanmıştır.

Ulus Emlak Bankası TBMM

 

Çankaya Gazi Köşkü Bayındırlık Bakanlığı

 

5- İNANÇ VE MİMARİ

 

Kültürlerin yerel mimari üzerindeki etkisinden söz ederken, dini inançların mimari üzerindeki ağırlıklı etkisinden de söz etmemiz gerekiyor. Abbasi, Emevi, Artuklu, Selçuklu, Osmanlı mimarisi üzerinde İslam inancını etkisini görmek mümkündür. Evlerin yapılırken kıble yönünün dikkate alınması, saray, han, kervansaray gibi genel yapılarda mescit bölümlerinin varlığı, haremlik ve selamlık olarak tabir edebileceğimiz cinsiyete bağlı yaşam alanları oluşturulması dini inancın yapılaşmaya yansımasıdır.

 

İnançlar da kendi mistik değerlerine uygun bir kentleşme ve yapı formu oluştururlar. İslam dininin yerleşim birimleri üzerindeki bu etkisini, harah olarak isimlendirilen yaşam alanlarında görmek mümkündür. İsmail Raci el-Faruki&Luis Lamia el-Faruki’ye ait İslam Kültür Atlası’nda yerleşim birimleri şöyle tanımlanıyor. “Yerleşim birimi (harah), merkezi cami olan, etrafındaki medrese, hamam ve çeşmeleriyle bir bütündü. Bunların yakınında bir çeşit çember olan çarşı (suk), birkaç dönemeçli sokak boyunca bir ya da daha fazla dükkan sıralarını barındırırdı. Mağazaları ve sahiplerini hava şartlarından muhafaza için örtülen caddeler her biri sanat ya da ticaret dallarından –bakkallar, mücevheratçılar, nalbantlar, halıcılar, debbağlar, kumaş tüccarları ve diğerleri- birisine verilen bölümlere ayrılmıştı.” (El-Faruki & El-Faruki, 1999). Dikkat edilirse, tasvir edilen yerleşim birimleri, Selçuklu veya Osmanlı mimarisinin hakim olduğu İstanbul, Konya, Bursa, gibi şehirlerimiz eski yerleşim formuyla tamamen örtüşmektedir. Bu da bize, inançların, hangi coğrafyada olurlarsa olsunlar kendi müntesiplerine hemen hemen aynı yerleşim formatını kabul ettirdiğini göstermektedir.

 

Batı mimarisinde de Hıristiyan inancının yapılar üzerinde etkisini görmek mümkündür. 1561-1626 yılları arasında yaşamış Francis Bacon, Denemeler adlı eserinin “yapılar üstüne” bölümünde, “birbirinden ayrı iki bölüm yoksa bir saray eksiksiz sayılmaz bence. Bu bölümlerden biri Tevrat’taki Ester kitabında anlatılan türden şenliklerle şölenler için, öbürü ise oturmak için olmalı. Bana kalırsa, bunlar yalnız yapının kanatları değil de sarayın ön yüzünün parçaları olmalı, dışarıdan bakılınca tek bir bütün, içerden bakılınca da ayrı bölümler olarak görünmeli, ortada bu iki bölümü birbirine bağlayan, yüksek gösterişli bir kule bulunmalı. Şenliklere ayrılmış bölmenin ön yanında, merdiven başında aşağı yukarı kırk ayak yüksekliğinde geniş bir oda, onun altında da gösteriler sırasında giyinme soyunma, hazırlık odası olarak kullanılacak bir yer bulunmalı. Oturmak için ayrılan bölümün, en başında, birbirinden ayrılmış bir salon ile bir küçük kilise yapılmalı.” (Bacon, 2015). Bu alıntıdan da anlaşılacağı üzere batı mimarisinde sıklıkla kilise, kule, kubbe gibi üniteler kullanılarak, dini motiflerin daha görünür kılınması istenmiştir. Ayrıca adı geçen eserde, iklim şartlarının mimari üzerindeki etkisi, “Öbür üç kanatta da birer koridor üstünde dışa penceresi olmayan odalar sıralanmalı, öğleden önce de sonra da güneş vurmamalı bu odalara. Yazın serin, kışın sıcak olacak yaz odaları ile kış odaları ayrı ayrı düşünülmeli.” ifadesiyle çok güzel şekilde ifade edilmiştir (Bacon, 2015).

 

 

6- SONUÇ

 

İnsanoğlu ilkçağlardan beri yaşamını sürdürebilmek için kendisine bir mekan oluşturmuş ve oluşturmaya devam edecektir. Yerleşik hayata geçildikten sonra, sadece tehlikelerden korunma ve iklim şartlarına karşı hayatta kalma işlevi gören bu mekanlar, zamanla toplumun inancına, sosyal ve toplumsal ilişkilerine ve tüm kültür kodlarına bağlı olarak estetik ve kullanılabilirliği barından yerel mimari formlara dönüşmeye başlamıştır.

Yerel mimari; toplumların değer yargılarını, dünya görüşlerini, örf ve adetlerini, inanç değerlerini, aile ve akrabalık ilişkilerini, komşuluk bağlarını anlamada bizlere yardımcı olan en önemli eden en önemli göstergelerden biridir. Aşağıdaki şemada da görüleceği gibi, konut formunun oluşumundaki ana faktör kültürel etmenlerdir. Anılan şemada kültür ve yapı vurgusu yapılırken konut örneğinden hareket edilmiştir. Literatürde konut gibi özel yapılar dışında kalan, resmi ve anıtsal değeri olan cami, han, kervansaray, çeşme gibi yapılar yerel mimarinin kapsamı dışında değerlendirilmektedir. Ancak ülkemizde bu yapıların da yerel mimari içinde kaldığı kabul edilmektedir.

 

 

 

 

 

 

 

 

Şekil 1 : Konut oluşumuna etki eden faktörler

 

Ayda Arel, konut oluşumuna etki eden faktörler için şekil 1’deki temayı destekler nitelikte tespitlerde bulunarak; evin biçimsel ve mekansal oluşumundaki belirleyicilerin toplumsal ve kültürel etmenler olduğunu, buna iklim, malzeme, yapım yöntemleri ve teknoloji gibi fiziksel etmenlerin ise sadece değiştirici bir rol oynadığı sonucuna varmaktadır (Arel, 1982). Gerçekten de, gerek kent yerleşim alanlarının seçimi ve konuşlandırılması ve gerekse mekan/yapı alanlarının mimarisinde sahip olunan kültür değerlerinin belirleyici etkisi vardır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kaynakça

Arel, A. (1982). Osmanlı Konut Geleneginde Tarihsel Sorunlar. İzmir: Ege Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Yayınları.

Bacon, F. (2015). Denemeler. İstanbul: Yapı Kredi yayınları.

El-Faruki, İ. R., & El-Faruki, L. L. (1999). İslam Kültür Atlası. İstanbul: İnkılab Yayınları.

Haldun, İ. (1991). Mukaddime II. İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları.

Tanpınar, A. H. (1989). Beş Şehir. İstanbul: Milli eğitim bakanlığı yayınları.

Wright, R. (2012). İlerlemenin Kısa Tarihi. İstanbul: Aylak Kitap Yayınları.

 

Leave a Comment

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.