27 MAYIS 1960 DARBESİNİN TÜRKİYE TARİHİ AÇISINDAN ÖNEMİ
27 Mayıs Darbesi Türkiye Tarihinde ki ilk Askeri darbe özelliğini taşır. Bu darbe çok partili hayata geçmeye çalışan ve bu geçiş sonucunda uzun süredir tek parti olan Cumhuriyet Halk Partisi yerine gelen Demokrat Parti’nin darbeyle yönetimine el konulmasıdır. Bu tarihsel olayın neden-sonuç ilişkisi içinde inceleyeceğiz. Çünkü 27 Mayıs 1960 yılında gerçekleşmiş olan bu darbeyi tetikleyici pek çok olay yaşanmış ve bu sonuca ulaşılmıştır.
Başlamak gerekirse 1950 yılı seçimlerine gelmeden önce ki döneme bakmamız bizim yararımıza olacaktır. 1950 yılı öncesini “KEMALİST DÖNEM” ve “TEK PARTİLİ DÖNEM” olarak adlandırıyoruz.
Peki neden? Öncelikle bu döneme Kemalist Dönem denmesinin ilk nedeni Mustafa Kemal’in ilke ve inkılapları doğrultusunda ilerleyen bir tek partiden yani Cumhuriyet Halk Partisinden bahsetmek gerekir. İlk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk ve ondan sonra gelen İsmet İnönü birbirlerini tamamlamış olup iki devlet adamı da bu sol ideolojik çizgilerinden sapmamıştır. Görüldüğü üzere bu olay devlette tekelleşme ve hala tek bir ideolojinin hâkim olduğunu göstermektedir. Çok partili hayata geçişin ilk denemesi başarısız olur. İlk denemede Terakkiperver Fırkası devlet aleyhine yaptığı söylenen propaganda ve o dönemde yaşanan Şeyh Sait isyanı ile devlet tarafından kapatılır.
Bu yeni devlet daha tam anlamıyla çok partili hayata geçemediği için sadece Cumhuriyet Halk Partisi ile yetinmekle kalmıştır. İkinci denemede ise çalışmalar sonuç vermiştir. DP hükümeti 1950 yılında ki seçimlerde açık ara oy alarak 1.inci parti olarak seçimden ayrılmıştır. Bu seçim çok önemlidir. Çünkü Türkiye artık Mustafa Kemal Paşa ile İsmet İnönü arasında geçen 27 yılı geride bırakmaya başlamanın başlangıcı sayılırdı.
DP’nin çizgisi her zaman CHP’nin tam “karşısına mevzilenmek” idi. Peki neden?
DP ve kurucuları tarih içerisinde bakıldığından Celal Bayar ve Adnan Menderes’tir. İkisi de bir dönem CHP’de bulunmuştur. Peki bu kadar karşı olmasına rağmen neden ve nasıl Cumhuriyet Halk Partisinin içinde bulunmuşlardır? Hala tek partili olan Türkiye bir yandan da artık çok partili hayata geçmesini bekleyen bir Avrupa ile baş başaydı. 1945 Yılında İsmet İnönü’nün başında olduğu ve artık çatlaklara sahne olan CHP içindeki ilk ayrılıklar yaşanmaya başlanır. Asıl problem “Çiftçiyi Topraklandırma Kanun” dan ortaya çıkar. Bu konu üzerinde partide anlaşmazlıklar yaşanmaya başlanır. Türkiye Tarihinde bu olay” Dörtlü Takrir” olarak anılmaktadır.
SAYFA 1
Ayrılan dört milletvekili sırasıyla Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuad Köprülü ve Refik Koraltan’dır. 12 Haziran 1945 sunulan Dörtlü Takrir bir önerge olup CHP’ye sunulmuş ve İsmet İnönü’nün başında olduğu parti bu önergeyi reddetmiştir. Bu önerge daha özgürlükçü olmada, fikir sunmada, yeni seslerin etkili olması amacıyla teklif edilmiştir. Parti ise bu önergeyi o zaman için uygunsuz bulmuştur. Bu olay neticesinde bu dört siyasi aktör ile partisindeki bağlar zayıflamıştır. Bunun üzerine artık parti içinde CHP’yi karşılarına aldıklarını çok iyi bilen milletvekilleri bu yapılanlara cevap vermek için çalışmalara başladı. Menderes ve Köprülü VATAN gazetesinde CHP aleyhine yazılar yazıldı. Hatta Fuad Köprülü 19 Eylül 1945 yılında ki “Demokrasi Ruhu” adlı makalesinde CHP ve hükümetini bir otokrasi olarak adlandırıp; demokrasi ruhunu yaşatmadığını dillendirmiştir. Bunları gören CHP ise bu üç kişiyi partiden ihraç etti. Celal Bayar ise kendi isteğiyle partiden istifa etti. Artık bir partileri olmayan bu dört milletvekili kendi yollarını çizmeye başladılar. Celal Bayar, milletvekilliğinden istifa ederek parti kuracağını açıklamak üzere İsmet İnönü’ye yani Çankaya Köşkü’ne çıktı. Çünkü İsmet İnönü, Mustafa Kemal’in ölümünden sonra CHP’nin parti başkanı hem de devletin Cumhurbaşkanı idi. Milli Şef olarak kendi partisi içinde seçilmişti.
1938 yılında Mustafa Kemal Paşa’nın ölümüyle, CHP ve İsmet İnönü 1950 yılının Mayıs Ayına kadar iktidarda kalmıştır. Bundan sonra ise yönetime DP geçmiş ve CHP ‘nin 27 yıllık iktidarı artık son bulmuştur. CHP buna geçişte zorlanırken bir yandan da yaşanan dış problemler milleti zorlamakta ve memnuniyetsizlik yaratmaktaydı.
DP için CHP farklılığı her zaman iki kavram üzerine kurulmuştu. Demokrasi ve Liberalizm. Özgürlükçü yapısı olduğunu göstermeye çalışan ve yayınladığı Dörtlü Takrir ’de bunu belirten DP işte bu yüzden CHP karşısına mevzilenmiştir. Çünkü CHP’nin özgürlükçü bir yapısı olduğuna inanmamakta ve devletçilikle yani devlet eliyle yapılan ekonomik faaliyetleri özgürlükçü bulmayıp aslında her fabrika ve atılımın Türkiye’yi daha çok CHP’ye bağımlı hale getirdiğine inanmaktaydı. DP iktidara 14 Mayıs 1950 de geldi. Bu gelişin asıl büyük sebepleri CHP’nin uyguladığı yanlış politikalardan ötürü olmuştur. DP’nin bu sayede daha da yükselmesine sebebiyet vermiştir. 1950 seçimlerine giderken 46 seçimlerinde CHP’nin yaptığı bu büyük yanlış halkta güven kaybına yol açmıştır. Bu yanlış ise “açık oy, gizli tasnif” tir. Bu yapılan seçim demokratik bir yöntem içinde hiçbir zaman olmamıştır. Bireylerin kimlere oy verdiğini bilmek isteyen bu yönetim kendisine oy vermeyenleri açık bir şekilde fişlemek üzerine yapılmıştır. Basında bunun farkındadır. CHP artık gücünün sarsıldığını görmüştür. Bu yüzden basın kanunu daha da sertleşmiştir. Türkiye’de basın her zaman iktidarın tekelinde ve değişen her hükümete göre şekil alan bir yapıya sahip olmuştur. Bunun nedeni anlayışımızın bu yönde olmasıyla alakalıdır. Basın her zaman gelen hükümet ve kabinesi taraftarı olmuştur. Yukarıda ki örnekte görüldüğü gibi hükûmetler basının kendi fikrini ve iktidarın yanlışlarını hükümetlere gösterdiğinde kanunlar adı altında basına sansür, baskı yollarıyla cezalandırma uygulamıştır. Hükümetlerin en büyük kaygısı ise Türkiye Tarihinde gücünü kaybetmekti. Nitekim bu yapılanlar yüzünden 4 yıl sonra yapılan 14 Mayıs 1950 seçiminde CHP resmen 27 yıllık iktidarını kaybetmiştir. Başta İsmet İnönü buna karşı çıksa da DP çok partili sisteme geçen Türkiye’de CHP’den sonra ki ilk farklı hükümet olmuştur. DP azımsanmayacak sandalye sayısıyla TBMM yerini almıştır (408 sandalye) CHP ise sadece 69 sandalye ile yetinmek zorunda kalmıştır. Buradan görüldüğü üzere Adnan Menderes ve partisi ülkenin büyük bir kısmının güvenini kazanmış ve onların üzerinde etkili olmuştur.
SAYFA 2
Artık Türkiye’nin yeni bir partisi vardır. Demokrat Parti! 1950-1960
Demokrat Parti her zaman “Yeter! Söz milletindir!” propagandasını kullanmıştır. Detaylı incelendiğinde birçok tarihsel açılıma sebep olan bu söylem DP tavrını da ortaya koymaktadır. Büyük bir tek parti rejiminden gelen Yeni Türkiye’nin çok partili hayatın ilk başarısıdır Demokrat Parti.
Toktamış Ateş’in “Türkiye’de Askeri Darbeler” kitabına bakıldığında bir hükümetin elinde bulundurduğu önemli ve etkin kişiler ve kurumları görürüz. Bir devlet için Ordu, Bürokrasi ve İktidar üçgenidir. Bu pencereden bakıldığında CHP gibi tek parti rejiminde gelen bir Türkiye’de CHP iktidarını kaybetse bile elinde bürokrasi ve orduyu tutmaya devam etti. Bu Demokrat Partiyi rahatsız eden bir durumdu. Hoşnutsuzlukları her durumda belli ediyor. Kendi iktidarında kendini rahat hissedemiyordu. İşte bu yüzden elinde bulunan tek gerçekle propagandasını yapmaya devam etti. Menderes’in dediği gibi artık söz milletindi. İsmet İnönü, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de yenilgiyle ayrıldı. İsmet İnönü artık sadece partinin genel başkanı ve ana muhalefet partisiydi. Bu uzun yıllar boyunca iktidarda olan CHP için de büyük hoşnutsuzluklar yaratmaktaydı.
DP için hükümetinin ilk 4 yılı inanılmaz başarılarla ilerlemişti. İnönü zamanında başlayan Marshall Planı kapsamında aldığı ilk traktörler 1949 yılının Mayıs ayında Türkiye’ye ulaştı. Bu yeni hükümet için inanılmaz bir kaynaktı. Bunu da o şekilde kullandı. Traktörler köylere ulaştı. Köylüler yeni hükümetten çok memnundu. Çünkü gelişmeler en çok onları etkiliyordu. DP’nin kitlesinin büyük bir çoğunluğunu Anadolu’da ki köylüler oluşturmuştur. DP her zaman onlara hitap etmiştir. DP’nin parti profili de bu yöndeydi. CHP gibi olmayan DP daha genç milletvekillerine sahipti. Köylülere ulaşıyordu. CHP’ye göre üniversite eğitim gören kişi sayısı da çok azdı. CHP “Türkiye Seçkinlerine” ulaşabilirken DP parti ise tabana ulaşıyordu. Görüldüğü üzere DP parti tabandan yukarıya doğru yükselme izlerken CHP yukarıdan tabana doğru bir tavır izlediği için ulaşmakta güçlük çekiyordu.
Örgütlenmeler, devletin her kademesinde vardı. Birçok oluşumu yeni oluşturan CHP iktidarı zamanında kendine pek çok kademede kendine yer bulmuştu. Memurlar, işçiler, ordu… CHP her örgütlenmenin içindeydi. Bunu DP çok iyi biliyordu. CHP yönetimi kaybetse bile bu kadar örgütlenme ve ekonomik gelir gücünü elinde bulundurmasına yardımcı oluyordu. Bunun üzerine DP hükümeti bütün mal varlığına el koydu. DP parti böylece etkinliğini artırmaya çalıştı. Onun için en büyük rakibi CHP idi. Tabi ki bu el koymaya ciddi bir tepki veren CHP hükümeti özgürlükçü tavrından uzaklaşan ve aslında otoriterlik kurmaya çalışan bir parti olduğunu söyleyerek eleştirdi. CHP ne kadar bu söylemlere inansa da halk bunlara inanmıyordu. Hükümetin bu tavrını gören ve sol ideolojiye yakın olan profesörlerde bu fikirlere katılıp yanlış olduğunu söyleyince meslekten men cezası verilmiştir. Bunun bir örneği Bülent Nuri Esen’dir. Artık tarımını inanılmaz bir şekilde büyütmüş olduğuna inanan DP aslında bazı ekonomik problemleri öngörememiştir. Her zaman o güne dayalı kurtarıcı hareketler yapması ekonomik krizinde yavaş yavaş yaklaşmasına neden oluyordu. Ekonomik ilerlemenin tarımın çok ilerlemesinden değil iktidar ilk dört yılında iyi giden şartlar sayesinde olduğu görülüyordu. Liberal politika izleyen bu parti aslında politikalarını iyi bir şekilde ilerletememiş özel yatırımlar ancak %1 ‘ler de kalmıştır. Güvensizlik kıpırtıları artık başlıyordu.
SAYFA 3
Yaklaşan Kriz, DP Tavrı Ve Seçimler
DP her zaman kendini özgürlükçü olarak adlandırdı. Propagandalarında bunlara yer verdi. 2 Mayıs 1954 yılında tekrar seçimlere gidildi. Bir yanda özgürlükçü olduğunu söyleyen parti bu seçimlere doğru giderken profesörleri meslekten men etmiş ve basına daha sert yasaklar uygulamıştır. Görüldüğü üzere basın her zaman el altında tutulmaya çalışılmıştır. 1954 Seçimleri DP için yine inanılmaz bir oranla kazanıldı. O halkına ve seçmen kitlesine çok iyi ulaşan bir devlet adamı ve siyasi aktördü. Halkının dilinden konuşabiliyordu. Adnan Menderes’in bu kadar sevilmesi ve oy kitlesine sahip olması belki de bu yüzdendi. Bu seçimde ilk aldığı seçimde ki delege sayısını daha da artırmış 503’e çıkarmıştı. CHP ise 31 sandalyeye düşmüştü. Seçim sonucunda tekrardan CHP’nin kaybettiği bu seçim aslında CHP’nin kitlesi üzerinde etkisini kaybettiğini gösteriyordu. Millet Partisi’nde bu seçime girmiş ama sadece %1 oy almıştır. Sonrasında ise dini siyasete alet ettiği gerekçesiyle kapatılmıştır. Sonrasında ise Cumhuriyetçi Millet Partisi adıyla tekrar kurulmuştur.
Sonuç olarak Demokrat Parti iktidarını daha da güçlendirmişti. Diğer yandansa memnuniyetsizlik kıpırtılar hissedilmiş ve ekonomik sıkıntılarda yaklaşmaya başlamıştır. Bu iki sorun yüksek bir siyasal başarı elde eden DP’nin yine de ekonomik problemler yüzünden halkını sıkmaya ve zorlamaya başlayacaktı.
Artık ilk yıllarda gelen yardımlar gelmiyordu. Daha az meblağlar ise Türkiye’ye yetmiyordu. Aydın kesim ve ordu bunun farkındaydı. İlk yılların Demokrat Partisi ile arasında farklar oluşmaya başladı. DP her zaman çiftçisine önem verdi. Tarımın gelişmesi kendi ülkesi için ve Avrupa’nın isteğine göreydi. Bunu Adnan Menderes ve hükümeti de biliyordu. DP her zaman Karayoluna, İnşaat Sanayisine ve Tarıma önem verdi. Liberal ekonomi anlayışına uygun hareketler etti. Elbette ki kendi açısından doğruluğuna inansa da DP bu konuda yatırımcıların güveninin alamamıştır. O yüzden özel yatırım önceden belirttiğim gibi büyüyememiştir. Bunun ilk sebebi hükümetin uzun vadeli planlar yapmamasıydı. Diğer yandan birçok defa alınan ekonomik kararların siyasal sebeplerle olmasıydı. Bunu gören yatırımcı ise bu çekinceleri yüzünden yatırım yapmamaktaydı. Yapmadıkça da köylü iş bulmak ümidiyle kentlere göç etmeye başladı. Göçler artık temelli yapılıyordu. İş imkanına inanan bu kitleyi şehirde barındırmak ise bir o kadar zordu. Başkentlerin nüfusu değişiyordu. Bunu gören CHP ile sıkı sıkı bağlı olan bu işçi kitlesine; DP’nin en büyük vaadi “Grev Hakkı” idi. Ne kadar çabalasa da ekonomik krizin yavaş yavaş yaklaşan belirtileri ve her adımında bir kesim insanı rahatsız ve mutsuz eden bu gerilim ortamı artık DP için sert yollara başvurmaya sebepti. 1954 aldığı oylar olsa bile her iktidarı rahatsız edecek ekonomik sıkıntılar Demokrat partiyi de rahatsız etti. Dertlerini Uluslararası örgütlere anlatmaya çalışan işçilere (AGİT) karşı uygulamalar başlandı. Görüldüğü üzere ise hükümet her huzursuzluk probleminin baskı yoluyla çözmüş. Bu problemleri derinlemesine çözmeye çalışmamıştır.
SAYFA 4
Hızlı Çözümler Ve Etkisiz Hamleler
DP artık etkili olamamaya başlamıştı. Göçler, kötüye giden ekonomi, işçilerin sorunları, yatımcıların çekingenlikleri bunların örnekleriydi. Bir hükümet olarak DP bu durumları kendi perspektifimden baktığımda daha iyi kavrayabilseydi belki de böyle bir sonu olmayacaktı. Ama ne yazık ki aynı CHP’nin yaptığı yanlışları ve baskı politikasını sıkıştığı zamanlarda devam ettirmesi onunda oy kaybına ve güven kaybına gitmesine sebep oldu. DP bununda farkındaydı. Bu onu daha da öfkelendiriyordu.
Sözün millette olduğunu söyleyen parti artık söylemlerinde ki millete ulaşamıyor onların dertlerine çare bulamıyordu. Onları ellerinde tutmak için durmadan borçlanarak yatırım yapan DP haddinden fazla yaptığı bu harcamalar ile daha da zorlanan bir ekonomiye sebep oluyordu. Her iktidarda olduğu gibi ekonomik krizler ve çözümleri listesinin ilk kısmında: Vergiler ve zamlar vardı. Artık hayat pahalılaşıyor, yaşam kalitesi düşmeye başlıyordu. DP artık gördüğü bu durumu borç alarak çözmeye başladı. Yatırımlarını hiç durdurmadan borç aldı ve onları kullandı. IMF’den borç alındı. Mali borç 1960 yılında 1.5 Milyon Dolar olmuştu.
Merkez Bankasından da borç alınıyordu. Yani para basılıyordu. Para ne kadar çok basılırsa o kadar değer kaybederdi. Öyle de oldu. Enflasyon arttı. Halk için zor olan durum daha da ağırlaştı. Halk o dönem karaborsaya yöneldi. Ayrıca enflasyon o kadar yüksekti ki 1 Dolar=10 Türk Lirasına kadar çıkmıştı. Borçlar yükselirken Cari açıkta yükseldi. Ülke artık kendi kendine yetemez hale gelmişti. Buğday bile ithal ediliyordu. Türkiye Tarihi açısından bu yaşananlar ilk Aydın kesimi, bürokrasiyi ve orduyu etkiledi. Seslerini duyurmak isteyen farklı kesimlerde vardı.Bunlar basın, üniversiteler ve yargıydı. DP’nin tavırları onları hiç mutlu etmedi.
İlk Ayaklanmalar Ve Ciddileşen Ayrılıklar
Sıkıntı içinde olan halk ve dış sorunlar iktidarı sıkıştırıyordu. Bu yaşananların yanında bir de Kıbrıs Sorunu tekrar alevlenince ve basının bu soruna ilişkin yaklaşımı provoke edici olunca 1955 yılında 6-7 Eylül olayları yaşandı. Hükümet ise dolaylı yoldan da olsa bu ayaklanmaya sebep olmuştu. Polise dağıtmama emri vermişti. Sebebiyse dünya basınına ne kadar duyarlı bir halk olduğumuzu göstermekti ama işler öyle ilerlemedi. Bir çok konut yağmalandı. Bunun üzerine iktidar İzmir, Ankara ve İstanbul’da sıkıyönetim ilan etti.
Diğer yandan DP’nin baskıcı tavrı artık kendi içinde ki parti üyelerini de memnun etmiyordu.
İlk ayrılık, Hürriyet Partisinin kurulmasıyla tescillenmiş oldu.
SAYFA 5
27 Ekim 1957 yılında genel seçim yapılmıştır. Ne yazık ki bu yıl yapılan seçimde demokrasiyi etkileyen yanlış bir hata yapılmıştır. CHP’nin yaptığı gibi “açık oy gizli tasnif” ve oy sayımları bitmeden DP’nin kazandığı iller radyolardan okunmuştur. O dönemde ki en önemli iletişim aracı radyo olmuştur. Bu seçim DP’nin kazandığı son seçim olmuştur.
İlk zamanlarda söylediğimiz gibi DP parti CHP karşı mevzii almıştı. Sonuç olarak CHP laik bir partiydi. Sol ideoloji üzerine kurulmuştu. Pozitivistti. Bu gerçekler, DP’nin propagandaları içinde uygun oluyordu ama bu propagandalar toplumsal ayrılıklara kavgalara ve protestolara sebebiyet veriyordu. Sağ bir ideoloji ile ilerleyen ve dindar olan DP parti argümanlarını her zaman bu yönden yapmıştı. Seçim zamanlarında halkına dini duygularla seslenmişti. Kitlesini CHP devletçilik politikası ile gizli bir komünist olduğuna ve aslında bu nedenle dinsiz olduğuna inandırmıştı.
Çünkü halk CHP iktidarı zamanı neler yaşandığını biliyordu. Türkçe ezan, başörtüsünün kaldırılması, din derslerinin olmayışı bunun gibi olayları gören halk için Adnan Menderes’in yaptığı konuşmalarda eklenince daha da sağlamlaşan fikirler oluyordu. CHP belki de bu yüzden seçmenini kaybetmişti. İdeolojik tavrı sert ve baskıcıydı. Ancak kaybedeceklerini gördükleri zaman (1947) okullara seçmeli din dersleri, vaiz yetiştirme kursları, İlahiyat fakültesi ve türbeleri yeniden açarak kaybettiği kitleyi yakalamaya çalışmış. Elbette ki başarılı olamamıştır.
Şiddetlenen Eylemler ve DP
Her seçim sonrası dindar kesim kendini daha güvende hissetmeye başladı. Çünkü DP hiçbir zaman tarikatlar ve cemaatlerle ilişkisini kesmedi. Laik olduğunu söyleyip esaslı değişiklik yapmayacağını yani anayasadan laik ibaresinin kalkmayacağını belirten bir parti için tarikatlarla ilişkisini kesmemesi bir tezat oluşturuyordu. Bundan rahatsız olan parti üyeleri partiden istifa ederek yeni bir parti kurdu. Bu parti Millet Partisiydi.
Diğer yandan hala Nurcuların desteğini alan ve bunu hiçbir zaman inkâr etmeyen Demokrat Parti Türkiye tarihinde bir ilke imza atmış oldu. Bunun gören ordu gitgide iktidardan rahatsız olmaya başlamıştı. Cumhuriyeti koruyanlarının kendileri olduklarına inanıyorlardı. Toktamış Ateş’in kitabında belirttiği gibi Türkiye’de darbeler her zaman demokrasiyi geri getirmek mantığıyla yapılmıştı. Onlar demokrasiyi ayakta tutanlardı. Nitekim bunlar sadece ordunun kendi ideolojisiydi.
SAYFA 6
Sonlarına yaklaşan DP artık tahammülsüzdü. CHP durmadan eleştirilerine devam ettikçe bu durum daha da ciddileşiyordu. Bu sebeple DP bir tedbir kanunu çıkaracağını söylemişti. Diğer yandansa halkını tekrar kazanmak isteyen DP çalışmalar yapıyordu. Ama onu en çok yükselten bir olay vardı.
17 Şubat 1959 tarihinde Londra Gotwick havalimanından bindiği uçak düşmüştü. Bu kazadan Adnan Menderes’in kurtulması ise dindar kesimde onun Yaratan tarafından seçilmiş kişi algısının oluşmasına sebep oluyordu. Gittikçe kutuplaşan Türkiye, Ege gezisi sırasında İnönü’nün saldırıya uğramasıyla kutuplaştığını tasdikledi. DP tedbir alacağını söylerken ciddiydi. Kendi sesinin dışında başka ses duymamak ve eleştiri almak istemiyordu. Bu da gösteriyor ki demokrasi bir kez daha yok edilmeye çalışılmıştır. Çünkü demokrasi demek çok seslilik demekti. Demokrat Partinin çok sesliliğe tahammülü yoktu.
18 Nisan’da Tahkikat Komisyonu kuruldu. Bu komisyonun amacı muhalefetin faaliyetlerini soruşturmak ve 3 ay içerisinde raporlamaktı. Elbette ki DP bu komisyonu böyle kullanmadı. İktidarını artırmak için kurduğu bu komisyon siyasal faaliyetlere yasak koyacaktı. Yapılan bu anti- demokratik hareket hoş karşılanmadı. İlk olarak profesörler bu komisyonun anayasa aykırı, hak ve hürriyetlere ise ters düştüğünü belirtti. Bu belirtmeler sonucunda Profesörlerin öğrencileri dahil ayaklanmalar başladı. DP bunu asker yardımıyla bastırsa da askerde durumdan hoşnut sayılmazdı. İşte tam bu noktada Türkiye Tarihinde ilk defa görülen bir olay yaşandı. 21 Mayıs 1960 günü ordu Ankara’da sessiz bir yürüyüş yaptı. Adnan Menderes’e dağıtılması teklifinde bulunulsa da o böyle bir şey istememiştir. Ona göre bu kardeşi kardeşe kırdırmak olurdu. Bu olay incelendiğinde ilk kez ordu fikrini sessizde olsa belirtmiş ve tarafını seçmiştir. Bu taraf DP olmadığı taraftı. Basın sansür yüzünden haber yapamamaktaydı. Artık Adnan Menderes’te yaklaşan bir darbe olacağının farkındaydı.
27 Mayıs Sabahı ve Milli Birlik Komitesi
O sabah halk radyolardan Ordunun yönetime el koyduğunu öğrendi. Başbakan, bakanlar ve diğer hükümet üyeleri tutuklandı. Bu ilk darbede iktidar mensupları yargılanmak için Yassıada’ya götürüldüler. Sadece üç kişi bu davalar sonucunda idama mahkûm edildi. Bu kişiler Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan idi. 1960 Darbesi sözde demokrasiyi getirilmek üzere yapılmış olsa da her darbede olduğu gibi yasal olan hükümetin yönetimine el koyarak anti-demokratik bir tavır sergilemiştir. Sonuç olarak ise devlet adamları idama mahkûm edilmiştir.
SAYFA 7
1950-1960 YILLARI DEMOKRAT PARTİ DÖNEMİNDEKİ VE 27 MAYIS 1960 DARBESİ SONRASI BASININ İNCELENMESİ
Darbe dönemindeki basını öncesi ve sonrası ile inceleyebilmek için, başta 1950-1960 arasında 10 yıllık iktidarı ile Demokrat Parti’nin “basın”a karşı nasıl bir tavır sergilediğine ve ellerinde tuttukları ideolojileri ile medya arasındaki ilişkinin nasıl şekillediğine bakmak gerekir. O dönemde başa gelen Demokrat Parti, geldiği ilk günden beri “Basına özgürlük!” söylemleri ile medya çalışanlarının yanında olduklarını göstermeye çalışmasına rağmen uygulamaya koyulan ekonomik politikaların başarısız olması nedeniyle Demokrat Parti, çareyi daha sert ve baskıcı duruşla basın dahil hayatın bir çok alanına bariyerler koymakla buldu.
Özellikle 1960 senesine yaklaştıkça birçok kapatılan dergi ve gazetenin sahipleri ile yazdığı yazılardan dolayı cezai yaptırıma uğrayan basın mensupları, bu dönemi “sessiz şekilde sessizliğe mağlubiyet” olarak değerlendirmeleri aslında iktidar-yapılan darbe-medya dönemini altı dolu bir şekilde gözler önüne seriyor. Yine de, 60 senesine kadar olan baskı ve sınırlamalar, askeri müdahale ile birlikte yayın yasağının da kalkmasıyla birlikte bir nebze olsun azalmıştır. O dönemde elbetteki “özgürlükçü” ortam yerine, duvarlar arasına sıkıştırılan bir hayatı savunan demokrat parti yanlıları da vardı. Fakat, 27 Mayıs 1960 darbesi ile birlikte milletin sessiz çığlıkları basın yoluyla bir rahatlama, yeni bir kapı aralanması ile karşılaşmasını askeri müdahaleyi gerçekleştiren Milli Birlik Komitesi de kendi ideolojileri doğrultusunda yeniden basına bir kısıtlama ve baskı dayatmıştır. Bu da aslında basının neredeyse hiçbir zaman tam anlamıyla rahatlayamayacağını göstermektedir.
Bu noktada Hürriyet gazetesi, “Türk Ordusu Vazife Başında” şeklinde darbeyi yorumluyor oluşu Demokrat döneme karşıt bir duruş sağladığını ve yapılan askeri müdahalenin haklılığı üzerine bir portre çizerken, Tercüman gazetesi de “Milletçe bayram sevincindeyiz!” diye sürmanşet geçerek yine yapılan müdahele yanlısı bir tavır sergiliyor. Bu iki gazete dışında o dönemki “Gece Postası” gazetesi objektif bir noktada durup olayı olduğu gibi değerlendirmeye çalışmıştır.
SAYFA 8
Bakış Açıları ve Çelişen Yaklaşımlar
Dönemin gazetelerinde Tercüman gazetesi olayı bir bayram sevinci olarak ele alırken; Akis Dergisi ise DP’nin böyle bir olayı hakettiğini çünkü Cumhuriyetin ilkelerinden uzaklaştığını düşünmüştür. Basın darbeyi haklı bulmuştur. Kamuoyundaysa hala kafa karışıklığı sürmektedir. Akis dergisinin 30 Mayıs 1960 sayısında Leyla Çambel ve Metin Toker’in konuşmasının bir kısmında “Vatana millete hayırlı olsun” der. Görmüş oluyoruz ki aydın kısım darbeden memnun olmuştur. Diğer yandan halk ise şaşkınlıkla ordunun yaptığını izlemektedir. İdam sonrasında ise kamuoyu bu idamların haksız yere olduğunu düşünecektir. Çünkü “halkın seçiminden ve isteklerinden rahatsız olan” bir ordu fikri yaptıkları yüzünden daha da kuvvetlenecektir.
Diğer yandan bize toplumun bir yansımasını sunan romanlar kamuoyunun sesi olmuşlardır. Orhan Kemal’in Hanımın Çiftliği adlı romanında zenginleşen köy ağaları yani toprak sahiplerini görmekteyiz. Avrupai tavırlar öğrenmeye çalışan bu kitle aslında tarihi açıdan ABD ile yaptığımız siyasi ve ekonomik ilişkilerin halktaki tezahürüdür. Toprak sahipleri memnundur. Herkes kazanan parti diye adlandırılan Demokrat Partinin yanındadır. Zamanla güçsüzleşen ve fakirleşen Demokrat parti zamanında ise köylü artık huzursuzdur. Ağalar hala zengindir. Bu süreçte ise fakirleşen halkın tepkileri büyük olmuştur.
Bir yandan darbeye sevinen aydın kesim, gazeteler diğer yandan fakirleşen halkın darbe sayesinde daha iyi bir ekonomik duruma yükseleceğini inan köylüyle karşılaşırız. Nejat Gülen’in yaşadıklarını anlattığı kitabında “Biz ekonomimizi iyi bir hale getirdik” der. Buna inanır. Günün kurtarılması üzerine alınan ekonomik kararlar DP için iyi olmamıştır. Ama yazar bakış açısıyla inanmaktadır.
Ortada krizin olmadığına inanan bir memur, diğer yandan zenginleşen toprak ağaları, gazeteler ve aydınlar bize bu dönemin geniş bir perspektifini sunmaktadır.
Bazı açıklamalar ve anlatılar birbiriyle çelişir. Aynı Nejat Gülen’in aslında ekonomiyi çok iyi hale getirdiklerine ve Hanımın Çiftliğinde romanın içinde bulunulan o zaman gerçeklerini anlattığı gibi. Ekonomi toprak işleten için iyileşmiş olabilirdi. Baskılar ise ekonomik bütün iyi denilen olayların basın açısından görmezden gelinmesine sebebiyet vermiştir.